Yıllar sonra Almanya bize ‚mekan ve ikinci vatan‘
Almanya ve „Almanya Türkleri“ denince Solingen ve Genç Ailesi ile onların acıları gelir çoğu kez akla. İşçi göçünün 50., acı olayın ise 18. yılında Mevlüde ve Durmuş Genç çiftini ziyaret ettik. Almanya’ya göçle başlayan, orayı „mekan ve ikinci vatan“ yapışlarının hikayesi belki diğerleriyle ortak; ama yüreklerindeki acı çok başka…
ISABELLE M. BECK / KADRİ AKKAYA
Tam 18 yıl önce, Solingen’de Genç Ailesi’nin oturduğu ev, Neonazilerle ilişkisi olduğu sonradan mahkemece belirlenen 4 insan tarafından kundaklandı. Bunlar: Markus G, Felix K, Chistian R. ve Chistian B. isimlerindeki kişilerdi. Genç Ailesi yangında o zaman 5 ferdini kaybetti: Saime (6), Hülya (9), Gülistan (13), Hatice (18) ve Gülsüm (28). Binada oturan ailenin diğer fertleri de yaralandı. En ağırı da oğulları Bekir’di.
Onların hikayesi diğer Türk’lerden biraz farklı. Ailenin adını sadece Almanya değil, tüm dünya 29 Mayıs 1993 tarihinde yaşadıkları ırkçı saldırıyla duydu, hüzünlerine ortak oldu. O saldırıda kundaklanan evlerinde bir yeğen, iki torun, iki kız; yani toplam 5 canları yanarak yok edildi. Ama onlar aradan geçen 18 yıla rağmen ayakta kalabilmeyi „iman, sabır ve kader“ diye diye başarmışlar. „Acımıza ortak olanlar sağolsun!“ diyor Durmuş Genç ve Mevlüde Genç „en başta rahmetli Rau“ diye ekliyor. O zaman Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başkanı olan ve sonradan Cumhurbaşkanlığı yapan Johannes Rau’yu anarak. Mevlüde ve Durmuş Genç’in sözlerinde, 1970’lerde başlayan Almanya’ya göç hikayelerini anlatırken sevinçten çok hüzün var.
CANLARI YANSA DA KİN DUYMADILAR
5 yavrusunu ırkçılara kurban veren çift, bir sevgi sembolüne dönüşen yüreklerinde nefreti hiç barındırmamış. Tam tersine yaşadıkları tüm acıları, içlerine gömüp senelerdir hep sevgi ve dostluk mesajı vermelerini ancak sözün gelişi dillendirdikleri „gül ile dikeni“ ve „kul ile kullanılanı“ ayırmayı da bilen Anadolu halk bilgeliğinde ve hoşgörüsünde aramak gerek.
Durmuş Genç, askerlikten sonraki, „Alamanya hikayesini“ şöyle anlatıyor: „1944 yılında Amasya’da, Mercimek Köyü’nde doğmuşum. Babam demirciydi, durumumuz iyiydi. Babam oraların tek demircisiydi. Yaşım gelince amca kızıyla evlendim, sonra askere gittim. Askerlikten sonra çocuklarımız oldu. Tezkeremi aldıktan sonra iki yıl babamla demir atölyesinde beraber çalıştım. O zaman Almanya işçi alıyordu. Yani, 1969’da Almanya’ya iş için yazıldım. O zamanki Amasya sel felaketi Almanya’ya göçü hızlandırdı. Nihayet, Amasya’dan 350 kişi madenci olarak İstanbul’a muayeneye geldik. Sonra okuma yazma bilip bilmediğimize dair sınavlara girdik. Muayeneler sonucu 25 Kasım 1970 tarihinde İstanbul’dan Düsseldorf’a uçakla ilk gurbet yolculuğumuz başladı.“
Almanya’da önce madenlerde çalıştığını anlatan Durmuş Genç, „haym hayatına“, yani bekar işçi yurtlarındaki hayata dayanamayınca eşi Mevlüde’yi de yanına aldığını belirterek şöyle devam etti:
„Bizi Düsseldorf Havaalanı’nda bandoyla karşıladılar o zaman. Gruplara ayrılıp çeşitli yerlere gönderildik. Ben ilk olarak Recklinghausen’da bir maden ocağına kontratlı olarak girdim. Orada 1.5 yıl çalıştım. Daha sonar Gummersbach’a geldim. Ford’a oto yedek parçaları yapıyorduk. Daha sonra, yani 3 Mart 1973’te Solingen’e geldim. Kronprinz Cant Fabrikası’na girdim. Aynı yıl Türkiye’ye ilk iznime gittim. Eşimi de alarak Almanya’ya geldik. Ertesi senelerde çocuklar da gelince küçük kira evinden kurtulmak isteyerek ev satın aldık 1980’de. O evin çocuklarıma mekan yerine mezar olacağını bilemezdim.“
MEVLÜDE ANA’NIN DA HİKAYESİ VAR
Hikayelerini, Mevlüde Ana anlatmaya devam ediyor: „Irkçılar kundakladı. 5 yavrumuz yandı. İki evladım, iki torunum ve bir yeğenim gitti. Ama alınyazısı denen şeyi değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Keşke, kullar kul kalsa. Biz bu acıyla yıllarca kavrulduk. Çok, çok zor geçen yıllar oldu. Mahkemeler, ameliyatlar… Yine de şükürler olsun ki, Yüce Yaratan bugünlere kadar gelebilme sabrını verdi bize. Kolay olmadı tabii. Küçük oğlum bu faciadan neredeyse tamamen yanarak kurtuldu. 30’dan fazla ameliyat geçirdi. Hepsini bizimle birlik beraberlikte olanlarla aşmaya çalıştık. Yalnız değildik. Akşam olup kapıyı kapadığımızda bir biz, bir de hep kanayan yaralarımız kalıyor. Allah kimseye bu acıları yaşatmasın! Aha, bazen daralınca ister istemez kendimi şu bahçeye atıyorum. O gün bugündür yılın belli aralıklarında köyümüze gider, evlatlarımızın mezarlarını ziyaret ederiz. Sonra döner geliriz evimize. Evimize diyorum, burası artık gerçek evimiz. Mekan ikinci vatan oldu bize. Misafir olarak kendi memleketimize gidiyoruz. Orada yitip giden evlatlar, burada hayatta kalmaya çalışan evlatlar var. Artık ne oradan ne de buradan vazgeçemeyiz senin anlayacağın.“
Ben Mevlüde Ana’nın‚ ‚ikinci vatan‘ sözlerini dinlerken bir yandan da aklım evdeki güvenlik düzeniniyle, kurşun geçirmez balkon camlarla meşgul, o ise sözlerine devam ediyor:
„Faciadan sonra Almanya’yı terk etmeyerek, ‚bize kem gözle bakanları‘ sevindirmedik. En büyük imtihanımızdan biri de giden yıllarda Bekir’in sağlık problemleri oldu. Yanarak kurtulan oğulumun ömrü hastane koridorlarında geçti. Bekir, sağlığına kavuşabilmek için defalarca ameliyat olmak zorunda kaldı; fakat onlarca yıl sonra bile yangının izlerini ne bedeninden ne de ruhundan silebildi. Hem bu, o kadar kolay mı? Bizi yaratan elbet her zorluğun kolaylığını da birlikte verir. Verdi de. O’nun yardımı, iyi kullarla oldu. Dostlar geldi, dualar gönderdi. Solingen Belediyesi masa başı bir iş vererek oğlumu istihdam etti. Kendi emeği ile geçiniyor. Torunlar oldu. Torunlarım acılarımı hafifletiyorlar; acılarımı bal eyleyip beni hayata bağlıyorlar. Allah bana dağlara vermediği sabrı verdi. Acımız hiç sönmedi tabi; ama ölenle ölünmüyor.“
SEVGİ VARSA KÖTÜLÜK OLAMAZ
Şimdi yanan evlerinin yerinde yitirdikleri canlar adına dikilen kestane ağaçları büyüyor. Gölgesinde çocukların oynadığı… Geçen bir gece birileri anıt ağaca zarar vermek istemiş. Mevlüde Ana yine de Anadolu kadınının tüm erdemliğiyle „metanet“ten, „vefakâr iyi insanlardan“ ve „bu ülkedeki huzur içinde birlikte yaşamanın her zaman mümkün olabileceğinden“ bahsederek, „kem gözlere“ insanlık dersini şu sözlerle veriyor:
„Allah’ın yarattığı her cana saygı duymalıyız! Yaratan’dan ötürü. Hepimiz insanız. Birbirimize saygı ve sevgiyle bakmalıyız! Dünya, dünya malı geçicidir. Hepimiz Allah’ın yarattığı kullarız. Kul’a kulluk yapma sen! Üç günlük dünya, kime kalmış? Malı olan da gidiyor, olmayan da. Aç kalan da gidiyor, tok olan da… Şu fani dünyada insanca yaşamayı, insanı sevmeyi öğrenmeliyiz! Birbirimize her şeyi veremeyiz; ama sevgiyi verebiliriz. Sevgi, insanın içindeki kötülükleri yok eder. Sevginin, saygının olduğu yerde, kötülük olmaz.“
İşte, can evine düşen ve senelerce sönmeyen ateşi kine değil, sevgiye dönüştüren bir Anadolu insanının duygu ve düşünceleri… Fotoğraf alıyoruz. Çay ve sohbetlerine doyum olmuyor. Torunları ile şakalaşıyoruz. Nihayet, müsaade istiyoruz. Mevlüde Ana bize sitemkarlığını Durmuş Bey’e „Hacım, bunlar ne diyor?“ diye belli ediyor. „Başka terminimize yetişmemiz gerek“ diyecek oluyoruz. „Yok, yemek yemeden bir yere göndermem!“ diyor. Bir telefonumuzu ikiletmeyen, bize hemen kapısını açan, hemen buyur eden insandan bir bilgelik dersi alıyoruz.
Bu ana yüreğine yaşam boyu sabr-ı cemil ve söylediklerinin hikmetini duyması için karşısında onu can-ı gönülden dinleyen kulak versin!
Durmuş Genç de torunlarını „yasalara saygılı, örnek vatandaşlar“ olarak yetiştirdiklerini, kin ile nefretten uzak uttuklarını söylüyor. Onlar gibi yüzbinlerle ifade edilen çocuk okullarda hala hakkıyla Türkçe anadil dersi almıyor.
BİRİ HUKUK FAKÜLTESİNİ BİTİRDİ
Olaydan sonra yakalanan ve suçlarını mahkemede itiraf eden 4 ırkçı Almanya’da hapis cezalarını çektikten sonra serbest bırakıldı. Hatta içlerinden biri tutukluluk sırasında Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Şu anda bilinmeyen adreslerde yaşamlarını sürdürüyorlar. 4 kundakçı da mahkemenin kendilerine verdiği cezalarını çektikten sonra özgürlüklerine kavuştular. Ama yakılan 5 can… Onlar geri gelmedi; ne acıdır ki, kıyamete kadar da gelmeyecekler!…
1984’te Hamburg yakınlarında ırkçılarca kafasına vurularak öldürülen Ramazan Avcı’ya; Möln, Solingen ve de Ludwigshafen’de öldürülen 9 cana Allah rahmetini esirgemesin.
Yeni Şafak, 01.07.2011