Tarafsızmış Gibi Dünyaya Yön Veren Şehir
Kadri Akkaya / Fotoğraf: Isabelle M. Beck
Sabah Ülkesi dergisi, Temmuz 2015; sayfa 76-79.
Aslında Cenevre hiç de dünya çapında öyle büyük bir şehir değil. Ne o kadim şehirler gibi binlerce yıldır farklı kültürleriyle bağrında medeniyet barındıran bir geçmişi var, ne de öyle öğünülesi çokca özelliği var. Ünü, ‘Tarafsızlık diyârı’ ve ‘dünyanın gizli kasası’ olduğundan. Dünya onu böyle bilir ve es geçemez. Buranın sözde tarafsız arabuluculuğuna ve göreceli adaletine dünyanın dört bir yanından insanlar koşarak gelir.
Aslında Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan beri ikinci önemli merkez şehri olmasına rağmen, kentin kendi ülkesi İsviçre ancak 2002 yılında UNO’ya resmi üye oldu. Kısaca, şu ünlü tarafsızlık, saat üretimi, banka gizliliği, kızıl haç, delikli kaşar, dağların kızı Heidi hep birer Cenevre veya İsviçre miti ya da gerçeği.
Bırakın küresel devlet İsviçre’yi, sadece ikiyüz binlik nüfusuyla onun önemli küresel aktörü olan Cenevre’sinde G20’nin Dönem Başkanlığı’nı ilk defa yürüten ‚bölge aktörü‘ Türkiye şimdi ‚küresel‘ bir görev de icra ediyor. Türkiye’nin dönem başkanı olduğu bu süreç içinde, ‘ağızları çorba kokan’ ve kuruluşundan yirmibeş yıl sonra hızını Istanbul’da bile alamayan muhafazakâr yatırımcı ‘Anadolu Kaplanları’ mart 2015’de MÜSİAD Cenevre diye bir temsilcilik açtı.
1870 ile 1920 yılları arasında Cenevre’de dünyanın her çoğrafyasından kimi sosyalist, kimi siyonist ya da her türlü etnik milliyetçi ideolojilere mensub aydınlar ve geleceğin devlet insanları tahsil yaptı ve yetişti. Genç Osmanlı’ların 1870 yılında çıkarmaya başladığı İnkilâb dergisinin ilk beş sayısı Cenevre’de yayınlanmıştı. Ziya Paşa Hürriyet dergisinin 89’dan 100’e kadar olan sayılarını aynı yıl Cenevre’de çıkardı. Yine Ali Suavi Ulûm dergisinin çoğu sayılarını burada yayınladı.
1890’lı yıllarda Cenevre nasıl İttihat ve Terakki’nin Batı ile bağı olan ilk oluşum merkezlerinden biriydiyse; yirmi yıl sonra yine bu yörede kurulan Türk Yurdu’nun dernek lokallerinde (Abdullah Cevdet’in Genç Türk’lerin buluşma yeri olarak sahibesi Demière’den kiraladığı Rue de Carouge 7 numaradaki lokal) yetişen ve en sonunda Anadolu’ya sıkışan Osmanlı’yı ancak Türk Milliyetçiliği üzerinden savunan devlet yöneticilerinin de yetiştiği merkezlerden biriydi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez komitesinde yer alan, İstiklal Harbi’nden sonra İctihad dergisinde yeni idareyi öven yazılar yazarak nüfuz kazanmak isteyen Abdullah Cevdet (1869-1932)’in yine bu dergide Türkiye’nin nüfus politikasıyla ilgili olarak; „Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa’dan ve Amerika’dan damızlık erkek getirmek gerekir“ şeklindeki teklifinin yer aldığı bir yazısı kültür tarihimizde bir anektot olarak anılır ve anlatılır hâla.
Marxist teorinin aksine Lenin’in işçi sınıfının en az olduğu ülkelerden biri Rusya’da yaptığı devrim öncesi nasıl İsviçre’de yetiştiği çok ilginç ise, yine İsviçre Medeni Kanunu’nu örnek alarak 1926 yılında Türkiye’de toplumsal yaşamdaki yeni paradigma değişikliğini Medeni Kanun ile kalıcı bir şekilde teklif edenler de taa Mart 1913 yılında Cenevre yakınındaki Petit-Lancy köyündeki kuruluşu gerçekleşen Yurtçu’ların ya da eski İddihat’çıların devamı olanların, yani İsviçre’de yetişen Cumhuriyet’in önder aydınına, devlet insanına en somut ve en ilginç örneklerdendir.
Tunalı Hilmi 1903 yılında Avrupa’da Tahsil adlı bir yayınında Cenevre’nin “Bir Türk ve bir Şarklı için en elverişli ve en birinci” eğitim yerlerinden biri olduğunu belirtiyor. İslamcı tanınan Sebîlürreşâd dergisi bile Ferid Dervişoğlu imzasıyla Şaban 1329 sayısında yayınladığı iki sayfalalık “Avrupa Mektupları: İsviçre’nin Letafeti, Umran ve Terakkisi” yazıyla bu ülkenin gelişmişliğini ve medeniyetini, özellikle de Cenevre şehrini örnek olarak gösterir. Ziya Gökalp’in o ünlü Kızılelma şiirinde “İsviçre’de bir Türk köyü ve şehri kurmak” hayalinde (Türk Yurdu, nr. 11, 23.1.1913) olduğunu biliyoruz.
Yukarıdaki tavsiyelerin de etkisiyle olsa gerek, 1914 yılında Cenevre’de üniversiteye kayıtlı toplam 69 Osmanlı yüksek tahsil öğrencisi olduğunu tesbit ediyoruz. Mustafa Said Bey gibi 1898 yılında dört haftalık turistik gezi çerçevesinde orada konaklayan gibilerin haricinde uzun süre orada yaşayanlar: Mizancı Murad, Bedirhan Paşa Zade Abdurrahman Bey, Hasan Arif, Celâleddin Bey, Firarî Emin Bey, Nuri Ahmed Bey, Lütfi Bey (sonradan Berlin elçisi) İshak Sukûti, Ahmed Seraceddin, Akil Muhtar (Özden), Mithat Şükrü, Ömer Lütfü, Şişman H. Arif, A. Nuri, Halil Muvaffak, Ali Kemal, Sadık Mehmed, Mahmud Paşa ve oğlu Prens Sabahaddin, Mustafa Ragıb, Mustafa Refik Bey, Nasuhoğlu, İlyas Ragıb Bey, Şükrü Saraçoğlu, Mahmud Esat (Bozkurt), Ahmed Reşid (Rey), Reşid Safvet, Cemal Hüsnü (Taray), Yusuf Akçura, Süleyman Nazif, Harun (Aliçe) ve sonraları Galib Bey, Halil (Menteşe) Bey, Suheyb Bey, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), (Ayşe) Afet İnan gibi çoğu orada tahsil etti ya da diğer bir statüde uzun süre yaşadılar. Bunlardan bazısı, Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Ateş Denizi’ adlı eserinde edebi bir dille anlattığı Türkiye’nin Üniversite Refermu’nun akıl hocalarından Cenevre’li pedagoji proferörü Albert Malche’nin ya da Türk Tarih Tezi’nin sözde ilmi destekçisi Pittard’ın öğrencisi ve sevenleriydi.
Babası zamanın göçmen kalifiye işgücü statüsünde bir süre İstanbul’da çalışarak yaşayan Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) pederinin Istanbul’dan tekrar Cenevre’ye dönüşünden on ay sonra şehrin merkezinde Piere Katedral’ine çok yakın Grand Rue 40 numaralı evde doğdu. Russo’nun babası Isaak 1705 yılı ile 1711 yılları arasında Galata’da saat ustası ve Saray Saatçısı olarak da çalışmıştı. Doğu’yu gören bu babanın oğlu Batı’da hem çağında hem de sonraki çağlarda dikkat çeken kalıcı söz söyledi. ‘İtiraflar’ adlı eserinde babasının İstanbul’daki saray saatçiliğinden Cenevre’ye „Geri dönüşünün talihsiz meyvesi bendim” diyor. Babasının İstanbul’un Galata mahallesinde yaşadıklarını çocukluğunda dinlemesinden ve oradaki anılardan bir şeyler almamış olması imkânsız. Nitekim, Sarayın Saatçisisinin oğlu Rousseau’nun ‘Doğu Fantazminin Kökleri’ isimli Fransızca eser ile okuyana babasının hayatı ve Galata’da yaşadığı dönemdeki İstanbul etkilerinin ipucunu da veriyor.
Cenevre‘deki ünlü Patek Philippe Saat Müzesi’nin bir bölümünde Osmanlı ve onun namaz vakitlerini tam bilmeyi istemekten kaynaklanan saat tutkusu için de bir köşe ayrılmış olması hiç tesadüf değil. En gözde sergi objelerinden biri ‘Boğaziçi’ adında seramik üzerine dört minareli bir cami, Boğaziçi ve Osmanlı yelkenlisinin resmedildiği bir saat ile üzerinde Osmanlı’nın Anadolu ve Rumeli coğrafyasının ustaca resmedildiği çok ince işlenmiş başka bir Osmanlı saatı.
Batı’ya giderek Doğu’yu bulan bizim sanat tarihçisimiz Burhan Toprak da aslında önceleri diğer çoğu aydınlarımız gibi bir Batı kültürü âşığıdır. Uzun Avrupa yıllarının, İsviçre dağ eteklerinin fikir çilesi günlerinin birinde ruhi bir bunalımın eşiğine gelir. Sanatoryumda bir gün kendine hep kasevet duygusu veren Paskal’ı okurken, lise yıllarında hocasının okuttuğu Yunus Emre’nin kendisine büyük bir ferahlık verdiğini hatırlar. Türkiye’den acele getirttiği bir Yunus Divanı ile tekrar huzura erer. Ömrünün sonuna dek hem Yunus’u bir daha bırakmaz hem de onu geniş kamuoyuna tanıtmayı kendine bir ülkü yapar.
İbn Haldun’un coğrafyanın insanlar üzerindeki etkisi okumaya değer. Nitekim, 1897’de Cenevre’ye giderek İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez komitesinde yer alan, İstiklal Harbi’nden sonra İctihad dergisinde yeni idareyi öven yazılar yazarak nüfuz kazanmak isteyen ve bu dergide Türkiye’nin nüfus politikasıyla ilgili olarak; „Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa’dan ve Amerika’dan damızlık erkek getirmek gerekir“ şeklindeki görüşleriyle ortaya çıkan ‚gârbzede‘ Abdullah Cevdet (1869-1932) gibi şahıslar tarihimizde bir anektod olarak hâla anılır.
Çocuk haklarının yüzyıllarca bu muassar medeniyet yöresinde süren gasbı çocuk romanları yazarı Johanna Spyri tarafından çıplak ayaklı ünlü Heidi çocuk roman kahramanıyla gizli gizli gündeme gelmeye çalışmış ve sonunda ancak 2013 yılında çocuklara yapılan bu haksızlıklardan dolayı devlet resmen özür dilemiştir. Hatırlanacağı gibi evlilik dışı doğan ya da düşkünlerin çocukları aile çevrelerinden zorla alınarak Heidi gibi büyük çiflik sahiplerinin işlerine yardım etsinler diye bir nevi çocuk köleler (Verdingkinder) olarak verilmişlerdir.
Cenevre şehir merkezi sanki ikiye bölünmüş. Nehrin bir yakasında istasyon ve daha çok eski evler ve toplumun alt kesiminin yaşadığı mahalleler, diğer yaka ise eski tarihi şehir. İlginç mimarisiyle tarihi binalar, kilise ve müzeler; küçüklü büyüklü eski saraylar. Esas zenginler ve süperzenginler ise şehrin dışında, Leman Göl’ü sahillerindeki malikhanelerinde yaşıyor. Cenevre 200 bin kadar nüfusu olan aslında küçük bir şehir. Türk’ler az da olsa azımsanamayacak kadar bir nüfusa sahib. Vefat eden Müslümanların şehrin ortası sayılacak bir yerinde 1978 yılından beri mezârlıkları bile var. Bu mezârlıkta yatanların isimleri sanki Müslümanların Birleşmiş Milletleri gibi. Fatma Bingöl (1914-1981) ile Salih Bingöl (1939-2011), Ata Amira (1897-1990) ve ya Gülay Destanlı (1946-2001) mezar kitabeleri bize çok sey söylüyor. Cenevre’de şimdi yaşamını sürdüren Müslüman Cemaat Vakfı yöneticisi Ender Demirtaş, ressam Nurcan Giz, THY Cenevre Müdürü Ayşe Mısırlı Mirza, MÜSİAD Cenevre Temsilcisi Avukat Dr. Derya Akıncı ve Diyanet’in ilk Cenevre İmamı Rüstem Conoğlu Cenevre Türk toplumunun tanınmış simalardan bazıları.
Yine kültür tarimize dönelim: Genç Osmanlılar ve Jön Türklerin İsviçre’de çıkardıkları gazete ve dergilerin toplam sayısı yirminin üzerindedir. Öteki Avrupa ülkelerinde bu sayı hiç bir zaman ulaşılabilmiş değildir. Tunalı Hilmi Bey’in EZAN’ı,Tarsusizade Münif Bey’in HAKİKAT’ı, Emrullah Efendi ve Tevfik Nevzat Bey’in HİZMET’i, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın HÜRRİYET’i, Abdullah Cevdet Bey’in İÇTİHAD’ı, Ahmet Beyzade Mehmet Bey ve Hüseyin Fahri Bey’in İNKİLAB’ı, Bedirhan Paşazade Abdurrahman Bey’in KÜRDİSTAN’ı, Ali Şevkatî Bey’in İSTİKBÂL’i, Ahmet Rıza Bey’in MEŞVERET’i, Mizancı Murad Bey’in MİZAN’ı, ya da İTTİHAD-I OSMANİ, VATAN ve İSTİRDAT hatta DAVUL, TOKMAK ve BEBERUHİ gibi mizah dergilerini de sayabiliriz.
Birinci Büyük Dünya Savaş’ı sonuna doğru Osmanlı topraklarından İsviçre’ye ve özellikle de Cenevre’ye giden asker ve sivil yöneticilerle birlikte orası adeta Türk siyasilerinin bir yaşam merkezi haline gelmişti. Bunlar arasında; Genelkurmay eski Başkanı Rıza ve Afif Paşalar, Halep eski Valisi Kâzım Bey, Şeyh Şamil’in damadı ve Medine eski Muhafızı Osman Paşa, Abidin Paşazade Rasih, eski İçişleri Bakanı Reşid Paşa, Dr.Rıza Nur, Hakkı Halid, Şefik Esad, Kemal Mithat, Kıbrıslı Şevket, Asaf Muammer, Hüseyin Siyret, Süleyman Paşazade Adil, Selim Nüzhet, Osman Nevres, Nusret ve Sunullah Beyler ile Rıfat Paşa gibi yaşamını Cenevre’de sürdürenler vardır. Mahmut Muhtar Paşa ile İkdam Gazetesi sahibi Ahmet Cevdet Bey ise hemen yakındaki Lozan’ı tercih etmişlerdir. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Muhiddin Beylerle Mahmud Nedim Paşa da tedavi olmak üzere Davos’a yerleşmişlerdi. Bu tanınmış kişilerin yanı sıra, Jön Türklerden Süleyman Nazif, Sami, İzmit milletvekili Ziya Beyler de İsviçre’yi tercih edenler arasında yer almıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde İsviçre’deki Türk öğrencilerin bir araya geldiği en önemli merkezlerin başında “Türk Kulüpleri” ve “Türk Yurdu” adıyla bilinen yerler geliyordu. 15 Nisan 1911 tarihinde kurulan Cenevre Osmanlı Kütüphanesi de, 21 Ekim 1911’de, Cenevre Türk Yurdu adıyla faaliyete geçmiştir. Türk milliyetçiliğini yaymak ve savunmak amacıyla kurulan bu yurtların kuruluşuna dönemin tanınmış Türkçülerinden Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve M. Nermi gibi seçkin Batıcı aydınlar katılmışlardır. Bu Yurt’lara, sonradan Cumhuriyet döneminde Başbakan olan Saraçoğlu Şükrü Bey başta olmak üzere, bir çok genç üye olmuştur. Aynı Yurt’un ileri gelenleri arasında; Münir Mazhar, Şevket Mehmed Ali, Fahri, Hakkı Hayri, Sedad, Nabi, Asım Germenli, Rauf, Mahmut Esat (Bozkurt) , Cemal Hüsnü (Taray) gibi sonradan Cumhuriyet döneminde, başta Bakanlık olmak üzere, üst düzey görevlerde bulunacak bir çok kişi de yer almıştır.
Cenevre Türk Yurdu’nun da katılımıyla, 27 Aralık 1911 tarihinde, Gramont Köyü’nde, “Birinci Yurtçular Derneği” toplantısı yapılmıştır. Bu ilk derneğin kurucuları arasında; sonradan Türkiye’de etkin ve adı çok bilinir olmuş kişiler de var. Bunlar: Tıp öğrencilerinden Haznedaroğlu Sedat, Şefik, Germenlioğlu Âsım; hukuk öğrencilerinden Celaleddin Arif; kimya öğrencilerinden Ferit Recep (Eczacıbaşı); sosyoloji öğrencilerinden Ziya (Hilmi Ziya Ülken), Molla Aşkıoğlu İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) ve diğerleri. İkinci Yurtçular Derneği toplantısı ise, 28 Mart 1913 tarihinde, Cenevre yakınlarındaki Petit Lance köyünde gerçekleştirilmiştir. Toplantı başkanlığına Yusuf Kemal (Tengirşenk) seçilmiş; İstanbul Türk Ocağı Başkanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ise toplantıda bir konuşma yapmış ve Ziya Gökalpçi görüşün egemen olduğu bu toplantıda bir de “Yurtçular Yasası” hazırlanmıştır.
Yaratıcısı Johanna Spyri, 53 yaşında yazdığı Heidi çocuk romanı aracılığıyla bu yöredeki çocuk sömürüsü gerçeğinin üzerindeki toplumsal sır örtüsünün ucunu kaldırmaya çalışmış ve ‚çıplak ayaklı çocuklar’ın dramına dikkat çekmiştir. Roman kahramanı küçük Heidi aracılığıyla, insanlara öksüz kızının gözüyle bakarken, Heidi gibi bir nevi çocuk köle olan bütün Verdingkinder’lerin çocuk dünyalarına ve duygularına dikkat çekmeye çalışmıştır. Bilindiği üzere devlete borcunu vermeyen ya da boşanan çiftlerin; fakir ve düşkün ailelerin çocukları; yetimler, ailesi cezaevine düşen ya da kendisi suç işleyen çocuklar, devlet ve kilise vasıtasıyla, çalıştırılmak üzere zorla başka ailelerin yanına yerleştirilirdi. Ancak 1974 yılında bir yasayla bu ceberrut uygulama kaldırıldı. Bu uygulamayı bir sanatçı gözüyle gözlemleyen Albert Anker’in İsviçre halkını resmettiği tabloların bir çoğunda ‚çıplak ayaklı bu köle çocuklar‘ hep görülür.
İsviçre ve özellikle Cenevre savaş bölgelerinden kaçan yüksek tabaka insanların sığınak yeri, dünyanın hasta zenginlerin tedavi merkezi, uyuşturucu kaçakçılarının barındığı sakin bir liman ve tabi ki tahsil etmek isteyenlerin geldiği bir beldeydi eskiden. Şimdi de öyle. Her gün uluslararası sayısız toplantıların gerçekleştiği bir kent. İLO, GATT’ın devamı WTO; WHO, CERN gibi şu an 134 resmi uluslararası kurum ve kuruluş ile 120’nin üzerindeki uluslararası STK’nın merkezinin de yine Cenevre’de olduğu düşünülürse ne demek istediğimiz anlaşılır. Dünya çapında çokuluslu ve ikili devletleri ilgilendiren, uluslararası problemlerin çözümü için tarafların toplantı ve görüşmeler yaptığı bir şehir.
Osmanlı’nın Cenevre’ye gelmiş muhalif münevverleri önce ikamet ettikleri pansiyonlarda, şehir içindeki kahvelerde, daha sonra da kurdukları Türk Ocak’larında yıllar süren „Osmanlı kimdir, Müslümanlık nedir, Osmanlı’yı nasıl kurtarabiliriz?“ tartışmalarının ardından nihayet 1918 yılında Anadolu’ya sıkışmış bir Türkiye’yi savunmak durumuna gelmişlerdi.
Leman Gölü’nün bir kenarında Osmanlı’nın varisi Türkiye’ye göreceli bağımsızlığının verildiği ya da Batı’ya mecbur edilişinin resmen tescil edildiği anlaşmanın olduğu ünlü Lozan, diğer kenarında da Cenevre var. Başka bir ifadeyle bu coğrafya Osmanlı’yı tasfiye edenlerin varis ülke Türkiye’yi sistemlerine kabul ediliş şartlarının dayatıldığı yer. Yani, Türkiye’nin hedefinin farklı bir medeniyet alanından artık diğer farklı bir medeniyet alanına doğru olacağının tescil edilmiş olduğu yer.
Türkiye’nin bir zamanlarının tıb ve mühendis ağırlıklı bu devlet insanlarının ve üst yönetici kesimin; aydın gençlerin okuduğu yazarlar ve düşünürler Ludwig Büchner, Ernst Haeckel, Gustave Le Bon, Auguste Comte, Carl Vogt, Friedrich Nitsche, Felix Le Dantec ve Charles Darwin ve benzerleriydi. Kendi öz kültür kodlarından yeni bir fikir üretimi ve kültür inşaası yapamayan; Balkan Savaşlarının, Dünya Savaşının, Milli Mücadelenin dayandığı o kadim medeniyet değerlerini bir bir dejenere eden o Türkçü önderlerin kimisi ve onların öğrencileri sonunda Türk Müziğini yasaklamak, İslam’ı disiplin ve çerçeve içine almak gibi, kendi bacaklarına kurşun sıkma misali işlere bile başvurdular.
Bırakın Bursa, Bilecik ya da Söğüt’ün yayla ve dağ köylerinin tarihi mirasının peşinde olmayı, Istanbul’un hemen yanındaki Kayışdağ’ındaki berrak su pınarlarını bile gözardı ederek taa Alp Dağlarının eteklerindeki Leman Gölü sahilindeki Cenevre’de “Biçare milleti Osmaniye” üzerine fikir yürtüten nice zadegân gören bizim kültür tarihimizden alınacak çok dersler var.
Birinci Dünya Savaş’ının o emperyalist paylaşımının hemen sonrasında nasıl haritalar deyiştirildiyse, yüzyıl sonra bugün de haritalar yeniden çizilmek ve değiştirilmek isteniyor. Tarafsız küçük bir coğrafya imiş gibi tavır alan İsviçre ve özellikle de Cenevre şehri, o zaman olduğu gibi hâla alınan kararların legalleşmesinde çok önemli.