Kadri Akkaya / Fotoğraflar: Isabelle M. Beck
Sabah Ülkesi Dergisi, Nisan 2013, sayfa 70 ff.
Sultan III. Selim Prusya Kralı’na hitaben yazdığı mektupta Berlin’e gönderdiği ilk daimi elçisini şöyle tanıtıyor:
“ ..mârifetleri tecrübeyle sâbit, mertliğiyle mâruf, dürüst ve asîl insanların medâr-ı iftiharı, övülmeye lâyık ve Allah’ın lûtf-u inâyetiyle fazîletli Ali Aziz Efendi’yi.. gerekli yetki ve ve ödevlerle yüceltmiş bulunmaktayız.”
Mektub muhattabına verilmiş. Daimi elçi emrindekilerle iş başında ve maksad hasıl olmuştur. Bir zaman sonra, Ali Aziz Efendi vefat eder. Yaşarken beş ay yolculukla ulaşılan yerden, ölü olarak geri gönderilmek imkânsızdır.
Tek gerçek, çobanın da sultanın da ölümü tadacak olmasıdır. Kimi ‘gurbet’ ilde, kimi kendine zindana döndürülen sarayında. O ince duygulu, bestekâr Sultanı sarayının izbe odasında öldürenler de ‘Allah büyük!’ diyorlardı. Dağılma, çürüme ve çözülme o zamanların hem tek tek kişilerinde hem de toplumunda kendini daha bir gösterir olmuştu.
Bugün Berlin’de ‘Aziz Nesin Temel Okulu’ olarak kullanılan binanın olduğu arsanın yakın bir yerine, sanki biribirine giren kaderler olduğunu göstersin diye mi gömülmüş idi sefir Ali Aziz Efendi?
‚Soğuk Savaş’ın‘ sınır hattının şehri baştanbaşa ikiye böldüğü ‚duvarın‘ Kreuzberg, yani ‚Batı‘ tarafındayız. Güneş ışığının daha kendini göstermediği an. Sabah namazı sonrası. Itri’nin segâh tekbirli Bayram Namazı’na epey zaman var. Gece vardiyasından dolayı ya da uykusundan zamanında uyanamayarak geç gelenlerle birkikte eski bir binanın ardiyasındaki küçük derme çatma bir mescid içersinde yanan odun sobasının zar zor verdiği maddi sıcaklığı gittikçe manevi bir sıcaklıkla destekleyen bir sohbet başlıyor.
Fontanepromanade, Blücher sokağı ve Urban sokağı üçgeninin içersinde kalan en yaşlı bir kayın ağacının en tepesindeki çatal bir dal üzerinedeki mekandan biraz uzağımızdaki sevinçli telaşa kuşbakışı şahid oluyoruz.
Davetli misafirin hemen yanında eşi, hem de onların yanında cemaatin diğer hanım üyeleri hiç bu zamana dek görülmemiş bir cesaretle sohbet halkasında yer alıyorlar.
„Kimliklerimiz değil, kişiliklerimiz; yani hangi milletten ya da kadın mı, erkek mi olduğumuz değil; asıl önemli olan nasıl bir insan ya da nasıl kadınlar veya erkekler olduğumuz önemli. Sevgi ve râhmet medeniyetine sahib olan sizler; kuşkusuz kendinize adil, çevrenizeki canlılara adil ve ölülerinize de vefakârsınız. Rabbimizi sırf cennetine girebilmek için deyil, sadece ve sadece ‚o‘ olduğu için seven siz ve bizler; bu bilince haiz kulların medeniyetinin birer şahsiyetleriyiz.
Doğu da, Batı da bizim. Kul olarak, doğumdan ölüme gurbetteyiz. O halde bize ne yapabilir ki Berlin gurbeti? Rabbim bir kapı kaparsa, yarın başka bin bir kapıyı bizlere göstermeyeceği ne malum? Yeterki o kapıları açmaya bizlerde ilim anahtarı olsun! Müminin müşgülüne umud, metodunun dipnotudur. Bugün sizlere biraz dipnotlardan söz etmek istiyorum.
Malumunuz, buraya az uzakta Colombiadamm üzerinde ‚Şehidlik Mezarlığı‘ var. Çok eskiden ‚Mezâristan-ı İslamî‘ olarak adlandırılmış. Birinci dünya savaşında Çanakkale’de yaralanan Zeki Memduh Bey ve Süleyman Efendi’nin tedavilerinin ölümle sonuçlanması sonunda buraya gömülmüş olmalarından bu sıfat. Şu anda bu mezarlığın bakımını son Osmanlı Elçiliği’nin din görevlisi Şükrü Efendi‘nin baldızı olan Alman bir hanım yapıyor. İyice yaşlanmış bu hanıma bir kaç senedir sizlerden yardım eden de var. Ama burasının hem bizlere bir külliye olacak şekilde hem de mezârların bakımı yönünden bizlerin daha çok vefakârlığına ihtiyacı var.“
Zaruret ile vefakârlıklarını koruk ederek müslümanlar ancak yıllar sonra, 1980’li yıllarda burada kendilerine geçici bir camî yapılabildi ve ancak on yıl kadar önce mimar Muharrem Hilmi Şenalp’ın Osmanlı sitilindeki çizimiyle minareli bir camî inşa edildi.
Buradaki mezârlıkta yatanların hikayesine dönersek: III. Sultan Selim döneminin Osmanlı Daimi Elçisi Ali Aziz Efendi 29 Ekim 1798 yılında vefat edince ‘Tempelhofer Feldmark’ denen yerdeki, yani şimdiki Urban sokağı ile Blücher sokağının arasındaki mezâr yerine 30 ekim salı günü defnedildi. Yine 1804 yılında Prusya nezdindeki ikinci Osmalı Maslahatgüzarı Mehmed Esad Efendi vefat etti ve aynı yerde defnedildi. Fransız’ların Prusya’yı işgalleri sırasındaki yönetim karışıklıllarından dolayı mezarlık unutuldu. Tarla haline dönmüş mezâr yeri 1836 yılında bir köylü tarafından tekrar bulundu. Prusya Kralı III. Wilhelm bulunan mezârlığın çevresine duvar ve demir ile koruyucu yaptırtarak üzerine de ağaçlandırttı. 1839 yılında elçilikdeki Katib Rahmi Efendi ve daha sonra vefat eden hariciye görevlisi Aziz Ağa da buraya gömüldüler. 1853 yılında tahsilde iken vefat eden Rasim Efendi de.
Beş mezâr, genişletilmesi zaruri olan askeri kışlaya yer açılabilmesi için Osmanlı Sultanı Abdülaziz’den de izin alınarak 19 Aralık 1866 günü biraz ötedeki yeni mezârlığa, yani günümüzdeki Colombiadamm 128 numarada tahsis edilen ve tapusu yine Osmanlı’nın olan yeni ve en son yerine, Osmanlı Elçisi Aristaki Bey’in de bulunduğu bir tören ile ‘Mezâristan-ı İslamî’ye, yani bugünkü Berlin Şehitlik Mezarlığı’na taşındı. Çevresine koruyucu duvar ve içersine mezarlıkların bakımı ve beklenebilmesi için küçük bir bekçi evi ile bir mescid yapıldı. Abdülaziz’in emri ile burada medfun olanların anısına mimar Voigtel tarafından bir âbide inşaa edildi. Sonraları buraya defnedilen müslümanlar coğaldı.
Orayı çoğaltanlardan biri de elçiliğin din görevlisi olan Hafız Şükrü Efendi’dir. 7 mart 1924 günü vefat edince, önceden beri bakımını yaptığı mezârlığa gömülür. Daha sonra 1930’a kadar mezârlığın bakımını sürdüren Alman eşi Nûriha Hanım’da. Nuriha hanımın kız kardeşi bu görevi 1965 yılına kadar devam etmiş. Ve ondan da bu görevi vefakâr ilk nesil göçmen işçiler sorumlulukarına alınca burası yeni bir mecraya dönmüş.
Gerek şarkiyatçı Andreas Tietze gerekse yazar Ahmet Kabaklı elçi ve edebiyat ehli Ali Aziz Efendi’nin Türk Edebiyatı’nın Batı anlatım tarzı ile ilk eserleri verenlerin başında geldiğini “Muhayyelât/hayaller” adlı eserini örnek göstererek belirtmişlerdir
Ali Aziz Efendi şair ve tasavvuf ehli idi. Farsça ve Türkçe şiirleri yanında ‘Vâridât’, yani ‘Akla, zihne gelenler’ isimli bir eseri vardır. Ünlü ‘Muhayyelât-ı Ledün-i İlâhî’ adlı diğer bir eseri Ahmet Kabaklı tarafından 1973 yılında günümüz türkçesinde sadeleştirilerek ‘Muhayelat-ı Ali Aziz Efendi’ adıyle yayınlanmıştır.
Mezarlığa 1867 yılında Sultan Abdülaziz’in fermanıyle yapılan abide anıt zaman zaman tamirat görmüştür. İkinci Dünya Savaşında düşen bombalardan etkilenen anıtın savaş sonu yapılan tamiratı en son 1987 yılında Berlin Senatosu’nun 350 bin mark masrafı ile tekrar elden geçirilmiş ve restorasyonu gerçekleşmiştir.
Mezârlıktaki bu sekiz köşeli Abide’deki kitabelerin bir yüzünde şöyle yazıyor:
“Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin Prusya Devleti nezdinde Fevkalâde Murahhas Orta Elçisi olduğu halde terk-i dağdağa-i cihan eden Ali Aziz Efendi. Hicri 1213.”
Diğer bir yüzünde de: “Saltanât-ı Seniyye-i Osmâniyye’nin esbâk Berlin Maslâhatgüzârı merhum Mehmed Es’ad Efendi. (1219 Hicrî).
Mezârlıkdaki diğer tarihi şahıslar şunlardır: Cemal Azmi Bey ile Doktor Bahaddin Şakir Bey.
Diğerleri; 28 auğustos 1839’da vefat eden Berlin sefir sır katibi Rahmi Efendi ve 1854 yılında vefat eden Aziz Ağa.
Sefir imamı Hafız Şükrü Efendi’nin mezar taşında:
“Sâbık Osmanlı Sefâreti İmamı iken bu kabristanı yeniden te’sis ve .. Berlin’de irtihâl-i dâr-ı Bekâ eden merhûmun rûhuna Fâtiha. Velâdeti: 16 Eylül Ünye. Vefâtı 7 mart 1924 Berlin. / Hier ruhet im festen Glauben an Gott mein lieber Mann Obergeistlicher der Türkischer Botschaft u. Gründer des Mohammedanischen Friedhofs Hafız Schükri. Gott rief ihn aus den Leiden der Zeit. Ihm folgte seine Frau Nuriha Schükri, geb. Schulz 20.10.1876, gest. 21.12.1930.”
Diğer kimi mezâr taşlarında ise şunlar var:
“T. C. Büyükelçisi Kemalettin Sami Paşa’nın mahiyetinde memur iken 25 yaşında 27 aralık 1926 günü vefat eden Tevfik Raşid.”, “Emin Receb, doğumu 1891, ölümü 18 haziran 1931.”, “Almanya’da tahsilde iken 6 eylül 1928 günü vefat eden Necati Hakkı Bey.”, “Mehmet (1878-1929) ve Martha (1885-1952) Süleyman.”, “Selanikli İbrahim İhsan Efendi 29.8.1922.”, “Profesör İzzet Bey 1930.”, “Doktor radyolog, binbaşı Ziya Hilmi Bey. 1 kasım 1931.”, “Türkistan’lı Mustafa Çokay Beyoğlu 1941.”, “Fabrikatör Mehmed Taki, 1947.”, “T. C. Berlin Büyükelçiliği Müsteşarı Orhan Şemseddin Bey,1931.”, “Muzaffer Zeynel 1956.”, “İsmail Mıhoğlu 1959.”,“Çorlu’lu Mehmet oğlu Abdullah Ceylan 1965.” Ve: Vecdi Demirkol, Mohamed Soliman, Mehpare Kadjar-Takı, Agha Ebrahim Keremzadeh Nedjat, Abdulrahman Elveren, Sevin Pehlivan, Abdel Rahim Siba, Safiye Ünal, Şenol Şenman, Süleyman Memiş, Özlem Zengin, Murat Tepeli, Hamo Ben Kemal, M. Emin Erman, Cengiz Aykut, Atilla Ön, Neriman Yılmaz, Enayatullah Majzub, Abbas Afschar, Alaattin Meriç, M. İsmet Caner, Rasie Ansari ve diğerleri.
Ayrıca, Buhara Halk Şuraları Cumhuriyeti’nin Berlin Ticaret Heyeti Reisi Yûnus Hâvace Oğlu ve heyet üyelerinden İmam Muhammed Şah Oğlu. İkisi de zehirlendikten sonra ölünce (1921) buraya defn edilmişlerdir.
Tunuslu mücahid önderlerinden Muhammed Bah Hamba geçen yüzyılın başından beri burada medfunken, 1968 yılında Tunusa nakledilmiştir.
Berlin’de 1921 yılında suikast ile öldürülen Talat Paşa’nın da burada gömülü iken mezarı 1943 yılında Türkiye’ye nakledilmiştir. Yine, Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale’de yaralanıp Belin’de tedavide iken vefat eden Zeki Memduh Bey ve Süleyman Efendi’nin mezârları da 1976 yılında Türkiye’ye nakledilmiştir.
1942 yılında mezârlıkta 35 Türk ve 69 diğer (İran, Pakistan, Arap, Afgan, Kırım, Filistin, Mağrip, Türkistan, Kazak, Sudan ve sair) müslüman kökenli mezar sayısı tesbit edilmiştiştir.
Bu tarihi mezârlık günümüzde (2013) tamamen dolmuş ve bitişikdeki Alman mezarlığının müslümanlara ayrılan bir bölümüne artık defin yapılmaktadır. Bu bölüm de çok yakın zamanda dolmuş olacak.
İşte. Göçtük, konduk. Deyin ki, kuşbakışı hâyel gördük. Zaman, mekân ve hâyel içiçe. Uzun molamız bitmek üzere.. Şehrin içinde bir bina; içerisinde küçük bir salon ve onun da içinde yanan eski bir soba. Verdiği sıcaklık ve dile gelen sözcükler ki, ne de cezbedici. Kapı önünde bir çift beyaz güvercin.. Yolları dosta, ilim şehrine doğru. Daha önce yalancı ışık ve yaldızlar şehrinde, mecburi bir molaları daha olacak. Kanatlanmadan az önce, kapı önünden bile olsa içerisinden duyabildikleri: „Kâmil mürşidin gönlü, muhabbet etmek için kahvehâne seçmeye ihtiyacı olmayan bir yerdedir.. Bilinmez, bilinenden çoktur.. Her millete bir göz ile bakabilmek.. Halk içinde Hakk ile olmak.. Rabbimiz hüküm verenlerin de hâkimidir.. Asâlet eskimez.. Altın çamur içinde yıllarca kalsa da altındır.. Canlı iken nefsine gem vuran kuş, hümâ kuşu olur.. Ten ölür, gönüller ölmez!“
Rabbim,ALLAH Azze ve celle, cümle Müslümanlar’a Rahmetiyle muamele eylesin, inşâAllah, HU Rahmandır👆🏻
Burada‘ yıllardır emeği geçenlerdende Razı olsun, inşâAllah👆🏻